Ellerinde mızraklarla av peşinde koşan atalarımızla sosyal ağ yapısı da dahil olmak üzere çok farkımız olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Başka bir deyişle büyük şehirlerde ama gizli modern kabilelerde yaşıyoruz.
2010 yılında Harvard Üniversitesi’nden Colin Apicella Tanzanya’da avcı toplayıcı Hadza kabilesi üzerinde bir araştırma gerçekleştirdi. Araştırma, sosyal ağlar konusunda uzman Prof. Nicholas Christakis ve Prof. James Fowler’ın desteğiyle, Hadza kabilesinin sosyal ağ yapısını ve insanlarda işbirliğinin evrimsel kökenlerini araştırmayı amaçlıyordu. 205 Hadzalı yetişkinle yapılan çalışmada çeşitli sorular ve oyunlarla kabilenin sosyal ağ yapısı haritalanmaya çalışıldı. Örneğin Hadzalılar için çok değerli olan bal çubuklarının kimlerle nasıl paylaştığına bakıldı. Bir diğer çalışmada, katılımcılar tüm kabilenin fotoğrafları içinden kendilerini yakın gördükleri, beraber vakit geçirmeyi tercih ettikleri arkadaşlarını işaretlediler…
İki ay süren çalışmanın sonunda çok ilginç bir sonuç ortaya çıktı: Avcı – toplayıcı, “uygarlık” ile temasları olmayan Hazdalıların sosyal ağ yapısı modern insanlarla, örneğin Harvard öğrencileriyle neredeyse aynıydı. Kamp ateşinin etrafında toplandığımız günlerden bugüne bazı şeyler hiç değişmemişti. Arkadaş sayısı, karşılıklılık, bir kişinin arkadaşlarının birbiriyle arkadaş olma oranı, kooperatiflerin ve bencillerin sosyal ağda ayrı ayrı kümelenmesi, “popüler” kişilerin birbirleriyle arkadaş olmayı tercih etmeleri gibi onlarca farklı kritere göre Hadzalar bizim gibiydi!
Modern sosyal ağlarda kurduğumuz ilişkilerin, değil internet, tarımın keşfinden beri pek değişmediğini fark etmek oldukça şaşırtıcı. Megapollerde milyonlarla bir arada yaşayan, sanal alemde onlarca farklı ülkeden arkadaşları olan modern insanın ilkel bir Afrika kabilesi ile sosyal ağ yapısının aynı olması nasıl mümkün olabilir?
Atalarımızdan çok da farklı değiliz
Evrimci psikolog Robin Dunbar, primatların sosyal grup büyüklüğünün beynin en dış bölümü olan neokorteksin yüzey alanıyla doğru orantılı olduğunu bulmuştur. İnsan için bu sayı ortalamada 150’dir. Gladwell’in Kıvılcım Ânı’nı okuyanlar hatırlayacaklardır, bu sayı Dunbar sayısı olarak bilinir.
Genetik evrim 60 – 70 yıllık insan hayatına kıyasla oldukça yavaş işleyen bir süreç. Homo Sapiens Afrika’yı tahminen 100 bin yıl önce terk etti. M.Ö. 9 binli yıllarda Göbeklitepe’yi inşa edenler hâlâ avcı – toplayıcı olarak yaşıyorlardı. İnsan nüfusunun hızlı artışı ve büyük şehirler son birkaç yüzyılın ürünü ki bu, evrimsel anlamda göz açıp kapatmayla eşdeğer. Yani ellerinde mızraklarla av peşinde koşan atalarımızla sosyal ağ yapısı da dahil olmak üzere çok farkımız olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Türümüz hâlâ yaklaşık 150 kişilik gruplarla yaşıyor. Kafamızda tutabildiğimiz sosyal ilişki bununla sınırlı. Başka bir deyişle büyük şehirlerde ama gizli modern kabilelerde yaşıyoruz.
Nelerin değişmediğini bilmek gerek
Neoklasik ekonomi insanı kendi çıkarını maksimize etmeye çalışan rasyonel bir birey olarak görür ve inceler. Ancak sosyal bir primat olan insan bu çerçeveye nadiren sığar. Eski akrabalık bazlı sabit ilkel kabilelerin yerini akıcı, esnek, postmodern kabileler almış olsa da hâlâ kabileler halinde yaşıyor, karar veriyoruz. Marka tercihlerinden politik tercihlere içinde bulunduğumuz bu kabileler, bilinçdışı bir biçimde tercihlerimizi belirliyor.
Bugün modern sosyal ağ uygulamaları bizim bu kabilelerin izini sürmemize imkân veriyor. Büyük data içindeki küçük dünyalarımız birbirimizi nasıl etkilediğimizi, nasıl bize benzeyenlerle gruplaşıp, sonra da birbirimize daha çok benzediğimizi gösteriyor.
Dünya gerçekten baş döndürücü bir hızda değişiyor, şimdiye kadar öğrendiklerimiz, kullandıklarımız bugünü açıklamaya yetmiyor. Bekir Ağırdır’ın geçen ay yazısında belirttiği gibi değişim hızlandıkça çabuk çözüm verecek formül arayışımız artıyor. “Değişim!”, “Yenilik!” dendikçe oradan oraya koşturuyoruz. Evet, her şey gerçekten çok hızlı değişiyor. Ama değişimin bizi nereye götürdüğünü anlayabilmek için sanırım nelerin bu kadar hızlı değişmediğini bilmekte fayda var. Bunların başında da hâlâ anlamaya çalıştığımız insan doğası geliyor. Antropoloji, evrimci psikoloji, sinirbilim, davranışçı ekonomi gibi disiplinlerin bulguları bu kaotik çağda bize yol gösterici olabilir.